Su kaplumbağası ne kadar büyür, yavru su kaplumbağası ne yer, kaplumbağa kaç yıl yaşar gibi merak ettiklerinizin yanı sıra hastalıkları, beslenmesi ve bakımı hakkında bir çok bilgiye sitemizden ulaşabilirsiniz.

Kırmızı yanaklı su kaplumbağası hakkında merak ettiğiniz tüm soruları sorabilir ve hızlıca cevap alabilirsiniz.

Üye Ol!

Kaplumbağa hikayesi

efeyilmazz

Moderator
Yönetici
Katılım
7 May 2023
Mesajlar
1,635
HERKESE SELAM! Umarım benim öyküm insanlara bir şeyler ifade eder.

Ben bir kırmızı yanaklı tatlı su kaplumbağasıyım. 6,5 milyon yıldır farklı evrim çizgisini izleyerek 3,5 milyon yıl önce oluşumu başlayan, binlerce sene öncesinden beri doğayı hâkimiyeti altına almak için her türlü çabayı gösteren insanlara karşın, benim soydaşlarım 200 milyon yıldır önemli bir değişikliğe uğramadan varlığını bu gezegende sürdürmekte.

Şimdiki adım Kader, öncekini bilmiyorum. Henüz beş veya altı aylık bir dişiyim. Kalkanımın, yani bağamın uzunluğu şu an 8 cm. Ülkemde yumurtadan çıkar çıkmaz kendimi Türkiye’de buldum, burada satıldığımda henüz bir aylık bile değildim.

Her nedense aylar sonra, mart ayının başlarında satıldığım yere geri götürüldüm; zaten kaldığım önceki yer soğuk ve barındığım kutu küçücüktü. Beni geri alan akvaryumcu tarafından henüz yeni doğmuş ve satılmayı bekleyen diğer yavruların yanına yerleştirildim. Nihayet suyum önceki gibi soğuk değildi; fakat diğer yavrularla aynı yeri paylaşmam oldukça zordu.

Gelip giden insanlar bizlere bakıyordu, sıcak bir elin bana da uzanmasını beklerken tüm eller başka yere, henüz bir aylık bile olmayan hemcinslerime yöneliyordu. Yeni doğmuş onlarca yavrunun içinde en yaşlısı ve büyüğü bendim. O insanlardan biri beni fark etmiş olacak ki parmağını bana uzattı, anladığım kadarıyla ismimi soruyordu, bilmiyorum dercesine ona baktım, sonra her iki elini kafasının önünden uzatarak parmak uçlarını titretmeye başladı. Bana kur yaptığını, beni sevdiğini anlamıştım o zaman. Aradan bir-iki gün geçti, kendimde bir şeylerin normal gitmediğini hissediyordum. Beni tekrardan satacak olan akvaryumcu, bulunduğum yerden beni aniden çıkartıp içinde çok az su olan küçücük plastik bir kaba yerleştirdi; neden böyle yaptığına bir anlam veremedim.

Her gelişinde bana kur yapan o insan bir gün tekrar geldi. Akvaryumcuya bir şeyler fısıldadı, aralarında konuşmaya başladılar. Anladığım kadarıyla akvaryumcu ona; “bu diğerlerinden büyük olduğu için kimse almıyor, akvaryumdaki yeni gelen yavruları ısırdığından ayrı yere yerleştirdim”, diyordu. Bunu işiten âdemoğlu benim hasta olduğumu, belki de bu nedenle benden daha küçük yavruları ısırdığımı anlamakta gecikmedi. Üzülmüştü ve geldiği gibi geri gitti. Bense bu plastik kutuya mahkûm olduğumu düşünerek kaderime boyun eğmeye mecburen devam ettim; soğuktan korunmak için tüm uzuvlarımı bağamın, kalkanımın içine çekerek büzülmeye başladım.

Aradan bir gece daha geçti, dışarıda tekrar güneş doğmuştu, her zamanki gibi nedense benim bir türlü göremediğim güneş… Sıcak bir elin bana uzandığını hissettim. Kafamı bağamdan çıkartıp ona doğru baktım; fakat gözlerime bir şey olmuştu, acıyor ve etrafı pek net seçemiyordum. Hissettiğim tek şey, o an sıcak bir avucun içinde bulunuyor olmamdı. Diğer elini sırtımda gezdirdi, sonra beni içindeki sıcak su torbasının ısıttığı plastik kutuya yerleştirip götürdü. Bense gözlerimdeki şişlik ve kızarıklık nedeniyle nereye götürüldüğümü pek net seçemiyor, kader diyip geçiyordum.

Anladığım kadarıyla bir eve girdik, evde sırtımı yoklamaya devam etti, sırtımda bir anormallik hissediyordum zaten, hafifçe kalkmaya yüz tutmuş bağamın ilk pullarını dökememiş, altında su birikmeye başlamış, beyaz lekeler oluşmuştu; zira önceki kaldığım yerde sırtımı, bağamı sürtebilecek bir yer yoktu. Çıkması gereken o pulların kolayca çıkartılmasıyla birlikte sırtımda bir rahatlık hissettim, ardından kuru ve sıcak bir yerde bir müddet bekletilip, içinde her türlü donanımın bulunduğu, bolca ılık su olan bir yere yerleştirildim. Nihayet yüzebileceğim genişçe bir alan vardı; fakat gözlerim acıyor, şiştikçe kapanıyordu.

Ertesi gün artık hiç bir şey göremiyordum; gözlerim iyice şişmiş, tamamen kapanmıştı. Ardından içinde daha da sıcak su olan, hissettiğim kadarıyla otuz iki - otuz üç derece olmalı, küçük bir akvaryuma yerleştirildim. Bu insan iki-üç gün boyunca arada bir beni sudan çıkartıp, lamba ile ısıtılan sıcacık, kuru bir kutuya yerleştirerek beni iyice kuruluyor, şişkin gözlerime bir şeyler sürüyor, bir süre sonra beni tekrar bu küçük ve sıcak akvaryuma yerleştiriyordu. Bir ara bana “bununla iyileşmezsen seni veteriner hekim amcana götüreceğim” diye fısıldadı.

Tedavim 3 gün sürdü, tekrar görebiliyorum. Gözlerdeki şişlik ve kızarıklık tamamıyla giderilmişti. Ara sıra beni, içinde benim boylarda tam on tane yavrunun bulunduğu akvaryuma yaklaştırıyor, içindekileri bana tanıtmaya çalışıyordu. Daha sonra beni oldukça büyük başka bir akvaryuma yaklaştırdı ve tekrar fısıldadı: “Bak! Bunlar Prenses ile Prens, diğer yavruların anne ve babası”. Acaba ben de bir gün onlar gibi kocaman, doğamın gereği büyük ve mutlu olabilecek miyim?

Oldukça büyük bir ailenin yanında olduğumu anladım. Yeni yuvam şimdilik benim için yeterli derecede büyük; nihayet ılık bir suda bir o yana bir bu yana yüzebiliyor, sırtımı bağamı taşlara sürtebiliyor, istediğim an kuru yere çıkıp kurulanabiliyor, alabalık ve gammarus ile besleniyorum. Bu insan bana KADER ismini taktı; “merak etme Kader, suyunun sıcaklığını kademe kademe yirmi sekiz dereceye indirene kadar seni bir iki hafta daha burada tutacağım, ardından diğerleri ile tanışacaksın”, dediğinde o günü iple çekmeye başladım. Beni avucuna alıp “sana iyi bir sahip bulana dek yanımızda kalacaksın”, demesiyle birlikte kafamı bağamın içine çektim; zira ben burada mutluyum.

Nihayet diğerleriyle tanışma anı geldi; Kont, Dük, Sultan, Kovboy, Tosun Paşa, Efsane, Papatya, Şehzade, Nartanesi ve Şah ile tanıştım. İlk zamanlar yabancılık çektiğimden onların akvaryumunda onlardan ayrı yüzüyor, yemeğimi ayrı köşede yiyor, böylelikle onların yerlerine saygı gösteriyordum. Bu arada güneş ile de tanıştım; güneşli, sıcak ve rüzgârsız havada diğerleri ile birlikte balkonda bir müddet güneşleniyor, alabalığımı onlarla paylaşıyorum. Kısa bir süre sonra onlarla birlikte bir o yana bir bu yana yüzmeye başladım; yeni arkadaşlarım beni çok çabuk benimsemişti.

Bir gün yeni sahibim öfkeli halde eve geldi, beni avuçladı ve “ne oldu Kader biliyor musun?” diyerek anlatmaya başladı:

“Size gammarus almak için bugün akvaryumcuya uğradım. Orada bir adam ve yanında 6-7 yaşlarında oğlu vardı. Çocuk küçücük bir kaplumbağa yavrusu istiyordu. Aralarından bir tane seçti, ardından renkli küçücük bir plastik kap ve içine sermek için kimyasallar ile boyanmış rengârenk yapay kumlardan beğendiğini aldı; böylelikle oyuncağı daha renkli, daha da cici görünecekti. Aldıklarını iç içe yerleştirmelerinin ardından mutlu bir şekilde oradan ayrıldılar”.

Asıl acı tarafına henüz değinmemişti anlaşılan; zira öfkesi halen dinmemişti, devam etmesini bekledim.

“Müşterisinin parasını ödemediğini hatırlatınca, akvaryumcu bana baktı ve ‘senin buradan götürüp de iyileştirdiğin hasta yavruyu, bakamayacaklarını söyleyerek aylar sonra geri getiren bunlardı, yeni yavrunun parasını öncekine saydılar’ diye cevapladı”.

Götürdükleri o yavruya acımamak elde değil. Şayet haykırmayı becerebilseydim neyi değiştirirdi ki? Fakat orada olsaydım hangi türden olduğunu, hangi soydan geldiğini bilmediğim o tipik insanlara bir çift lafım olurdu:

Cahil insanlar, aptal insanlar!

Kaynak: www.turgaybora.org
 
  • Beğen
Tepkiler: cem
Turgay abi kaplumbağa konusunda duayenimizdir. İlk ciddi yaklaşım onunla birlikte başladı.
 
Geri
Üst